Psikolojinin Önemli İsimleri
İçerik
Wilhelm Wundt (1832–1920)
Wilhelm Wundt, psikolojiyi felsefeden ayırarak onu bağımsız bir bilim dalı haline getiren kişi olarak kabul edilir. 1879 yılında Leipzig Üniversitesi’nde kurduğu laboratuvar, deneysel psikolojinin doğduğu yer olarak tarihe geçmiştir. Wundt’un amacı, zihinsel süreçleri nesnel ve bilimsel yöntemlerle incelemekti. Bu nedenle deneysel yönteme büyük önem verdi ve yapısalcılık akımının temelini attı. Bilinçli deneyimlerin yapı taşlarını analiz etmeye çalıştı. Öğrencileri, psikolojiyi dünyaya yayan ilk akademisyenler arasında yer aldı.
William James (1842–1910)
Amerikan psikolojisinin öncüsü olan William James, fonksiyonalizm yaklaşımını geliştirmiştir. “The Principles of Psychology” adlı eseri, psikolojinin klasik metinlerinden biri kabul edilir. James’e göre, zihinsel süreçlerin işlevi, bireyin çevresine uyum sağlamasına yardımcı olmaktır. Psikolojiye akış halinde bilinç, alışkanlıkların oluşumu, dikkat ve irade gibi konuları dahil etmiştir. Aynı zamanda, dinî deneyimlerin psikolojik temellerini de araştırmış, psikolojiyi çok disiplinli bir zeminle buluşturmuştur.
Ivan Pavlov (1849–1936)
Aslen bir fizyolog olan Ivan Pavlov, klasik koşullanma kuramıyla davranışçılık akımının temel taşlarını döşemiştir. Köpeklerle yaptığı deneylerde, yiyecek verileceğini haber veren bir zil sesiyle birlikte salya tepkisinin zamanla koşullu hale geldiğini göstermiştir. Bu bulgular, öğrenmenin çevresel uyarıcılara bağlı olarak nasıl şekillendiğini ortaya koymuştur. Pavlov’un çalışmaları, hem psikolojideki davranışçı yaklaşımın hem de eğitim ve terapi uygulamalarının temelinde yer alır.
Sigmund Freud (1856–1939)
Freud, psikanalizin kurucusu olarak psikolojinin en tartışmalı ama etkili figürlerinden biridir. Bilinçdışı süreçler, savunma mekanizmaları, rüyaların yorumlanması ve çocukluk yaşantılarının bireyin kişiliğini nasıl şekillendirdiği gibi konuları merkeze almıştır. İd, ego ve süperego modelini geliştirerek ruhsal yapıyı tanımlamıştır. Terapi sürecine serbest çağrışım, aktarım ve yorumlama tekniklerini kazandırmıştır. Freud’un kuramı, psikoterapide devrim yaratmış ve sanat, edebiyat, sinema gibi pek çok alana ilham olmuştur.
Alfred Adler (1870–1937)
Freud’un öğrencilerinden olan Adler, daha sonra bireysel psikoloji adıyla kendi yaklaşımını geliştirmiştir. Ona göre insanlar doğuştan aşağılık duygusu taşır ve bu duyguyu telafi etmek için üstünlük kurma çabası içine girer. Adler, bireylerin sosyal çevreleriyle olan ilişkilerine ve yaşam hedeflerine vurgu yapmıştır. ‘Yaşam stili’, ‘sosyal ilgi’ ve ‘doğum sırası etkisi’ gibi kavramları psikolojiye kazandırmıştır. Bugünkü pozitif psikoloji ve amaç odaklı terapilere öncülük etmiştir.
Carl Gustav Jung (1875–1961)
Carl Jung, Freud’un öğrencisi olarak başladığı psikanalitik yolculuğunu analitik psikolojiyi kurarak sürdürmüştür. Jung, bilinçdışı süreçlerin bireysel değil aynı zamanda kolektif bir yapıya sahip olduğunu savunmuştur. Kolektif bilinçdışı, insanlığın ortak mirası olan arketiplerle doludur. Arketipler; anne, kahraman, gölge gibi evrensel temsillerdir. Ayrıca bireyleşme süreci, persona ve gölge kavramlarıyla bireyin içsel bütünlüğünü sağlamasına yönelik açıklamalar getirmiştir. Jung’un fikirleri sadece psikoterapiyi değil, sanat, mitoloji ve dini çalışmalarla da iç içe geçmiş entegre bir psikoloji modeli sunmuştur.
John B. Watson (1878–1958)
John B. Watson, davranışçılık (behaviorism) akımının kurucusudur. Ona göre psikoloji, sadece gözlemlenebilir ve ölçülebilir davranışlarla ilgilenmelidir; zihinsel süreçler bilimsel olarak güvenilmezdir. Meşhur ‘Küçük Albert’ deneyinde, bir bebeğe beyaz fare gösterildiğinde çekiç sesiyle korku tepkisi oluşturulmuş ve böylece korkunun öğrenilebileceği gösterilmiştir. Watson, insan davranışlarının çevresel faktörler yoluyla şekillendirilebileceğini savunarak eğitim, reklamcılık ve çocuk yetiştirme alanlarında da büyük etki yaratmıştır.
Melanie Klein (1882–1960)
Melanie Klein, psikanalitik kurama ‘nesne ilişkileri kuramı’nı kazandırarak önemli bir dönüşüm sağlamıştır. Çocukların oyunları üzerinden bilinçdışı fantezilerini analiz edebileceğini savunarak oyun terapisini geliştirmiştir. Özellikle 0–3 yaş dönemine yoğunlaşarak, annelik figürüyle kurulan ilişkinin bireyin kişiliği üzerindeki kalıcı etkilerini ortaya koymuştur. İç nesne, bölme (splitting), idealize etme ve paranoid-şizoid konum gibi kavramlarla psikanalize erken çocukluk dönemine dair derinlik kazandırmıştır.
Karen Horney (1885–1952)
Karen Horney, psikanalize kültürel ve toplumsal boyutları ekleyen öncü kadın düşünürlerden biridir. Freud’un kadınlara yönelik görüşlerini eleştirerek “penis kıskançlığı” kavramını sorgulamış ve bunun yerine ‘güvensizlik’ ve ‘sosyal baskı’ gibi etkenlere dikkat çekmiştir. Horney, nevrotik kişilik gelişimini açıklamak için insanların çevresine yönelik üç temel yönelimi tanımlamıştır: insanlara yaklaşmak, onlardan uzaklaşmak veya karşı çıkmak. Ayrıca gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki çatışmalara dikkat çekmiş ve bu farkın nevrozlara nasıl yol açtığını göstermiştir.
Sabina Spielrein (1885–1942)
Sabina Spielrein, hem Freud’un hem de Jung’un öğrencisi olmuş ve psikanalitik hareketin erken döneminde önemli katkılar sunmuştur. “Yıkımın yaratıcı nedeni” adlı makalesiyle, Freud’un daha sonra ‘ölüm içgüdüsü’ olarak formüle edeceği kavramın öncüsüdür. Ayrıca çocuk psikolojisi ve dil gelişimi üzerine de kuramsal yazılar üretmiştir. Ne yazık ki çalışmaları uzun yıllar görmezden gelinmiş ancak 20. yüzyılın sonlarında yeniden keşfedilmiştir. Hem bilimsel katkıları hem de Jung ile yaşadığı karmaşık ilişkiler, psikanalitik tarihin önemli bir parçasıdır.
Charlotte Bühler (1893–1974)
Charlotte Bühler, insanın yaşam boyu gelişimini ele alan ilk psikologlardan biridir. Özellikle gençlik ve yaşlılık dönemleri üzerine yaptığı gözlemlerle gelişim psikolojisinin sınırlarını genişletmiştir. Hümanist psikolojiye önemli katkılar sunmuş, bireyin potansiyelini gerçekleştirme sürecini anlamaya çalışmıştır. Ayrıca yaşlılık döneminde anlam arayışı, üretkenlik ve içsel uyum konularında öncü teoriler geliştirmiştir.
Anna Freud (1895–1982)
Anna Freud, çocuk psikanalizi alanının kurucularındandır. Babası Sigmund Freud’un kuramını çocuklara uygulayarak geliştirmiş, savunma mekanizmaları üzerine önemli katkılar sunmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş mağduru çocuklarla yaptığı çalışmalar, travma ve çocuk ruh sağlığı alanlarına öncülük etmiştir. Eğitim ortamlarında gözleme dayalı çocuk psikolojisi yaklaşımlarını sistemleştirmiştir.
Jean Piaget (1896–1980)
Jean Piaget, bilişsel gelişim kuramının kurucusudur. Çocukların zihinsel gelişim sürecini inceleyerek bunu dört evreye ayırmıştır: duyusal-motor, işlem öncesi, somut işlemler ve soyut işlemler. Piaget’ye göre çocuklar pasif alıcılar değil, bilgiyi aktif olarak yapılandıran bireylerdir. Eğitim psikolojisinde devrim yaratan bu yaklaşım, bireyin yaşına uygun öğrenme yöntemlerinin belirlenmesinde temel bir referans haline gelmiştir.
Lev Vygotsky (1896–1934)
Lev Vygotsky, sosyokültürel gelişim kuramını ortaya koyarak bilişsel gelişim sürecinde sosyal çevrenin etkisini vurgulamıştır. Ona göre öğrenme, bireyin daha bilgili biriyle etkileşimi sırasında gerçekleşir. Bu bağlamda ‘yakınsak gelişim alanı’ kavramını geliştirmiş, çocuğun mevcut bilgi düzeyi ile potansiyel öğrenme kapasitesi arasındaki farkı açıklamıştır. Vygotsky’nin çalışmaları, işbirlikli öğrenme, rehberlik, ve yapı iskelesi gibi pek çok eğitimsel kavramın temelini oluşturmuştur.
B.F. Skinner (1904–1990)
B.F. Skinner, davranışçılık akımının en etkili isimlerinden biridir. Edimsel koşullanma kuramını geliştirerek, davranışların ödül ve ceza ile şekillendiğini deneysel olarak göstermiştir. Skinner Kutusu adı verilen deney düzeneği ile hayvanların davranışlarını kontrol altında gözlemlemiştir. Pozitif ve negatif pekiştirme gibi ilkeleri öğrenme teorisine kazandırmıştır. Eğitim teknolojisi ve davranışçı terapilerdeki uygulamaları, psikolojinin uygulamalı yönünü güçlendirmiştir.
John Bowlby (1907–1990)
John Bowlby, bağlanma teorisinin kurucusudur. Çocukların ilk bakım veren kişilerle kurduğu ilişkilerin, sonraki sosyal ve duygusal gelişimleri üzerinde belirleyici etkiler yarattığını öne sürmüştür. Bowlby, bağlanmanın biyolojik bir ihtiyaç olduğunu ve evrimsel temellere dayandığını savunmuştur. Çocukluk dönemindeki bağlanma bozukluklarının, ileri yaşlardaki psikopatolojilerle ilişkili olduğunu göstererek gelişim psikolojisine önemli katkılar sunmuştur.
Erik Erikson (1902–1994)
Erik Erikson, psikososyal gelişim kuramıyla tanınır. Freud’un psikoseksüel kuramını temel alarak, bireyin yaşamı boyunca sekiz evreden geçtiğini ve her evrede çözülmesi gereken bir kimlik krizinin bulunduğunu öne sürmüştür. Bu evreler, bireyin sosyal çevresiyle etkileşimi içinde gelişir. Kimlik, bağlılık, üretkenlik ve bütünlük gibi kavramları ele alarak, yaşam boyu gelişim modeline güçlü bir psikodinamik perspektif kazandırmıştır.
Carl Rogers (1902–1987)
Carl Rogers, hümanist psikolojinin kurucularındandır. Kişi merkezli terapiyi geliştirerek psikoterapötik süreçte empati, koşulsuz kabul ve içtenlik gibi unsurların iyileştirici gücüne odaklanmıştır. Ona göre insanlar doğuştan iyidir ve gelişmeye yöneliktir. Rogers’ın ‘gerçek benlik’ ve ‘ideal benlik’ arasındaki uyum ya da çelişki, bireyin psikolojik sağlığı üzerinde belirleyici olur. Eğitim, danışmanlık ve sağlık hizmetleri gibi alanlarda önemli etkiler bırakmıştır.
Abraham Maslow (1908–1970)
Abraham Maslow, hümanist yaklaşımın önemli bir temsilcisidir ve en çok ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ kuramıyla tanınır. Maslow’a göre insan davranışları, temel fizyolojik ihtiyaçlardan başlayarak kendini gerçekleştirmeye kadar uzanan bir motivasyon silsilesiyle şekillenir. Güvenlik, sevgi, saygı gibi ihtiyaçlar karşılandıkça birey içsel potansiyelini ortaya koyabilir. Maslow, pozitif psikolojinin öncüllerinden olup bireyin güçlü yanlarına ve anlam arayışına odaklanmıştır.
Mary Ainsworth (1913–1999)
Mary Ainsworth, John Bowlby’nin bağlanma kuramını geliştiren öncü psikologlardan biridir. ‘Yabancı Durum Testi’ adı verilen deneysel yöntemiyle bebeklerin anneleriyle olan bağlanma tarzlarını sistematik biçimde gözlemlemiştir. Bu test sonucunda güvenli, kaygılı-kararsız ve kaçıngan bağlanma türlerini tanımlamıştır. Ainsworth’un çalışmaları, çocuk gelişimi, ebeveynlik tutumları ve psikolojik bağlanmanın yaşam boyu etkileri üzerine derinlemesine anlayış sağlamıştır. Onun katkıları, hem gelişim psikolojisinde hem de klinik uygulamalarda temel referans noktası haline gelmiştir.
Julian Rotter (1916–2014)
Julian Rotter, sosyal öğrenme teorisi ile bireyin davranışlarını sadece uyarıcı-tepki ilişkisine indirgemeden açıklamaya çalışmıştır. En bilinen katkısı ‘kontrol odağı’ (locus of control) kavramıdır. Bireylerin, olayların kontrolünün kendilerinde mi yoksa dışsal faktörlerde mi olduğuna olan inançlarının, davranışlarını ve başarılarını etkilediğini göstermiştir. Rotter’ın çalışmaları kişilik psikolojisi, motivasyon ve eğitim bilimleri alanında önemli teorik ve uygulamalı sonuçlar doğurmuştur.
Jerome Bruner (1915–2016)
Jerome Bruner, bilişsel psikolojinin öncülerinden biri olarak öğrenme süreçlerinde bireyin aktif rolünü vurgulamıştır. Keşfederek öğrenme, zihinsel temsil, ve yapı iskelesi (scaffolding) gibi kavramları eğitime kazandırmıştır. Bruner’a göre eğitim, bireyin bilişsel gelişimine uygun şekilde düzenlenmeli ve öğrenen bireyin problem çözme yeteneklerini geliştirmelidir. Özellikle ilkokul eğitimi için geliştirdiği spiral müfredat modeli, öğrenmenin tekrarlarla ve derinleştirilerek ilerlemesi gerektiğini savunur.
Leon Festinger (1919–1989)
Leon Festinger, sosyal psikolojiye yön veren ‘bilişsel çelişki’ (cognitive dissonance) kuramını geliştirmiştir. Bu kurama göre birey, tutumları ile davranışları arasında uyumsuzluk yaşadığında rahatsızlık hisseder ve bu çelişkiyi azaltmak için ya tutumunu ya da davranışını değiştirir. Festinger, insanların inançlarına aykırı durumlarda nasıl rasyonelleştirme yaptıklarını deneysel olarak göstermiştir. Bu yaklaşım, reklamcılıktan politikaya kadar birçok alanda insan davranışlarını açıklamak için kullanılmaktadır.
Albert Bandura (1925–2021)
Albert Bandura, sosyal öğrenme kuramının kurucusudur. İnsanların yalnızca kendi deneyimlerinden değil, başkalarının davranışlarını gözlemleyerek de öğrenebileceğini savunmuştur. Bu görüşünü ünlü ‘Bobo Doll’ deneyleriyle kanıtlamıştır. Bandura ayrıca öz-yeterlik (self-efficacy) kavramını geliştirerek, bireyin bir davranışı başarıyla gerçekleştirme konusundaki inancının performansını nasıl etkilediğini açıklamıştır. Eğitim, sağlık ve davranış değişikliği programlarında sıkça referans alınır.
Noam Chomsky (1928–)
Noam Chomsky, psikodilbilim alanının kurucusu olarak kabul edilir. Dil öğreniminin çevresel koşullarla değil, doğuştan gelen bir yetiyle gerçekleştiğini savunmuştur. Evrensel gramer kuramı, tüm insan dillerinin ortak bir zihinsel yapıya dayandığını ileri sürer. Bu yaklaşım, davranışçı dil teorilerine güçlü bir alternatif oluşturmuş ve bilişsel devrimi tetiklemiştir. Chomsky’nin çalışmaları sadece psikolojiye değil, dilbilim, felsefe ve yapay zeka araştırmalarına da yön vermiştir.
Daniel Kahneman (1934–)
Daniel Kahneman, karar verme süreçleri ve insan zihninin işleyişi üzerine yaptığı araştırmalarla tanınır. Amos Tversky ile birlikte yürüttüğü çalışmalarla klasik ekonomi teorilerine meydan okuyan ‘davranışsal ekonomi’ alanını kurmuştur. ‘Hızlı ve yavaş düşünme’ sistemleri kavramıyla, insanların neden irrasyonel kararlar verdiğini açıklamıştır. 2002 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülmüştür. Kahneman’ın çalışmaları hem psikoloji hem de finans, yönetim ve kamu politikası alanlarında uygulanmaktadır.
Martin Seligman (1942–)
Martin Seligman, pozitif psikoloji hareketinin öncüsüdür. Psikolojinin sadece bozuklukları tedavi etmeye değil, bireylerin güçlü yönlerini keşfetmeye ve daha doyumlu bir yaşam sürdürmelerine yardımcı olmaya da odaklanması gerektiğini savunmuştur. Daha önce ‘öğrenilmiş çaresizlik’ kavramını ortaya koymuş ve depresyonun nedenlerinden biri olarak açıklamıştır. Seligman’ın çalışmaları, eğitim, liderlik, mutluluk araştırmaları ve ruh sağlığı politikaları üzerinde etkili olmuştur.
Aaron Beck (1921–2021)
Aaron Beck, bilişsel terapinin kurucusudur. Özellikle depresyonun tedavisinde devrim niteliğindeki çalışmalarıyla tanınır. Beck, bireyin duygularının ve davranışlarının, temel inançları ve otomatik düşünceleri tarafından şekillendiğini öne sürmüştür. Terapötik süreçte bu düşüncelerin sorgulanması ve yeniden yapılandırılması hedeflenir. Beck’in geliştirdiği ‘Bilişsel Çarpıtmalar’ listesi, günümüzde terapistlerin en sık kullandığı araçlardan biridir. Ayrıca Beck Depresyon Envanteri gibi ölçüm araçları da geliştirmiştir.
Walter Mischel (1930–2018)
Walter Mischel, kişilik psikolojisine durumsal faktörlerin etkisini vurgulayarak katkı sağlamıştır. En bilinen çalışması ‘Marshmallow Testi’dir. Bu deneyde çocuklara bir ödülü hemen almak ile bekleyip daha büyük ödül kazanmak arasında bir tercih sunulmuştur. Bekleyebilen çocukların ileriki yaşamlarında daha başarılı ve sağlıklı bireyler olduğu gözlemlenmiştir. Mischel, kişiliğin sabit değil, duruma göre değişen özellikler taşıdığını savunarak kişilik psikolojisinde esneklik kazandırmıştır.
Kaynakça
- Boeree, C. G. (2006). Personality Theories. http://webspace.ship.edu/cgboer/perscontents.html
- Schultz, D. P., & Schultz, S. E. (2016). A History of Modern Psychology. Cengage Learning.
- Cherry, K. (2023). Important People in Psychology History. Verywell Mind. https://www.verywellmind.com
- Goodwin, C. J. (2015). A History of Modern Psychology. Wiley.
- American Psychological Association (APA). (2020). Dictionary of Psychology. https://dictionary.apa.org
- Encyclopædia Britannica. https://www.britannica.com
- Simply Psychology. https://www.simplypsychology.org